Düşüncenin Doğumu: Psikoterapötik Alanın İçinde Düşünebilmek

Wilfred Bion, psikanalitik kuramda düşünmenin nasıl geliştiği üzerine yoğunlaşan ender isimlerden biridir. Ona göre düşünce, doğuştan gelen bir yeti değil, zamanla ve ilişki içinde gelişen bir kapasitedir. Bebek, yaşadığı duygusal deneyimleri doğrudan işleyemez; kaygı, korku, açlık ya da yalnızlık gibi yoğun duygular henüz bir “düşünce” formuna sahip değildir. Bu ham duygulara Bion “beta öğeleri” adını verir. Bebek, bu ham deneyimleri düzenleyebilmek için bir başkasının — çoğunlukla annenin — zihinsel kapasitesine ihtiyaç duyar.

Annenin bu işlevi, Bion’un en bilinen kavramlarından biri olan “container-contained” (barındıran-barındırılan) ilişkisiyle açıklanır. Bebek, taşmak üzere olan duygusal yükünü annenin zihnine aktarır; anne bunu kendi ruhsal süzgecinden geçirerek yeniden anlamlandırır ve bebeğe geri verir. Bu döngü, zamanla bebeğin kendi duygularını düşünmeye ve zihinsel olarak işlemeye başlamasının temelini oluşturur.

Psikoterapötik süreçte de benzer bir işleyiş söz konusudur. Terapist, danışanın ifade edemediği, düşünemediği ya da dayanamadığı deneyimleri “konteynır” olarak taşır, barındırır ve şekillendirir. Bu sayede danışan, ilk kez bazı duygularını dışa vurabilir, onları anlamlandırabilir ve düşünmeye başlayabilir. Düşüncenin doğumu tam da bu anda gerçekleşir.

“Bir düşünce ancak, düşünülmeye tahammül edilebildiği anda ortaya çıkar.”

— Wilfred Bion, Learning from Experience (1962)

Düşünemediğimiz duygular, eyleme dökülür, somatize edilir ya da ilişkilerde tekrar eder. Bion’un katkısı, yalnızca zihinsel süreci değil, terapötik ilişkinin barındırıcı niteliğini de merkezine alarak psikoterapiye derin bir boyut kazandırır.

“Zihnin işlevi yalnızca bilgi depolamak değil, deneyimi barındırabilmektir.”

— Wilfred Bion

Share