Duygularınıza Temas Etmekten Korkmayın!

Hayatınız renklerini düşündüğünüzde vereceğiniz cevaplar hep duygularınızı referans alarak kurguladıklarınız olacaktır. Hayatımızın çok büyük bir bölümünü ve en önemli kısmını duygular oluşturuyor olmasına rağmen, insan bir o kadar da savaş içerisindedir duygularıyla. Duygularını ifade etmek istemeyen ya da “mış” gibi yaparak farklı duygu yansıtmaları yapanlarla çok karşılaşırız, hatta bunlardan bir tanesi kendimiz bile olabiliriz.

Peki insanı duygularına dair korkutan nedir? Bunları ifade ettiğinde görünür olma kaygısı mıdır yoksa bu duyguya sahip olmanın kötü hissettirecek olma korkusu mu?  “Duygularım beni yönetiyor” ve “ben duygularımı dizginleyebiliyorum” cümleleri arasında genel olarak sürüp giden çatışmada, gerçekten çatışmasını yaşadığımız duyguyu ne denli hisseder halde oluyoruz? Kişi farkına varmadan bu çatışmanın içerisinde duygularına temas etmekten öyle kaçar bir hale geliyor ki, bir müddet sonra olağanlaşıyor bu ve hayata dair birikimlerimiz böyle böyle başlıyor.

Öfkeli anlarınızı hayal edin. Kaşlarınızı çatıp, yumruklarınızı sıkmış ve hatta çenenizi bile kasmış olabileceğiniz anlar. Ve sırf bu duygunuzu yansıtmamak adına tüm öfkenize rağmen yumruklarınızı sıkma ya da kaşlarınızı sıkma dürtünüze karşı direncinizi hayal edin. Yani duygunuza pes ettirişinizi. Büyük bir hevesle kurduğumuz “Öfkemi yendim” cümlesiyle, öfkenin bizi terk ettiğini sanıp, bunu başardığımızı sanıp bu sefer de başarının mutluluk izlerini ararız kendimizde. Oysa tıpkı öfkemiz gibi bizi heyecanlandıran, bazen kaygılandıran hatta mutlu eden duygularımızı bile pes ettiririz. En başında neden girmiştik bu çatışmaya, neydi sebepleri bu verdiğimiz savaşın, bu noktada önemsizleşen sorular haline geliyor. Çünkü işin aslında pes eden duygularımız değil, bizzat kendimiz pes etmiş oluyoruz. Tüm kaygımıza rağmen o duygumuzla baş başa kalmaktan kaçarak kendimizden vazgeçmiş ve kendi yenilgimizi kabullenmiş oluyoruz. Gerçekliğimizin hassaslığından ve kaygılarımızdan dolayı hissetmekten vazgeçişimiz bizi duvarlaştırırken aynı hızda sahteleşiyoruz. “Mış” gibi yapışlarımız çoğalıyor ve gerçek duygularımızla temas etme kaygımız daha büyük bir korkuya dönüşüyor.

Biz en büyük savaşımızı içimizdeki iyi ve kötü parçalarımız arasında zannederken duygularımızı kurban olarak seçiyoruz. Oysa insanın en büyük savaşı tüm korkularına rağmen, içindeki hem iyiyi hem de kötüyü kabullenip şimdinin içinde yaşamak değil midir?

KLİNİK PSİKOLOG SENA DURUK
ATAŞEHİR